Rev. Cornelius Van Til
Hristiyan İnanç Savunması Profesörü
Dr. C.E.M. Joad gibi harika filozoflar da dahil olmak üzere, Dr. James Jeans ve Sir Arthur Edington’ın gibi bilimadamlarının son zamanlarda Tanrı ve din hakkında oldukça çok şey söylediklerinin farkına varmışsınızdır değil mi? Bilimadamı Jeans ve Eddington’ın, Tanrı’yla ilgili deneyimlere sahip olduklarını iddia edenlerin bir noktaya kadar haklı olabileceklerini kabul etmeye hazırdırlar. Aynı zamanda filozof Joad da “kötülüğün kendisini fazlasıyla hissettiren varlığını”nın kendisini Tanrı’nın varlığına bakmaya yönelttiğini ifade etmiştir. Orijinal günahtan bahseden modernist teolog Dr. Reinhold Niebuhr gibi filozof Joad da kötülükten, insan zihninden atılamayan birşey olarak bahsetmektedir.
Eminim sizler de zaman zaman ölümün herşeyin sonu olup olmadığı sorusunu kendinize sormuşsunuzdur. Muhtemelen büyük Yunan filozofu Sokrates’in zehirli kupadan içmeden bir gün önce bu problemle nasıl uğraştığını hatırlıyorsunuzdur. Kendinize ölümden sonra herhangi bir yargılamanın olup olmayacağını sormuşsunuzdur. Böyle bir şeyin olmadığı konusunda kesin emin miyim diye de soruyorsunuzdur. Bir Tanrı’nın var olmadığını nasıl bilebilirim?
Kısacası mantığa ve sorumluluk anlayışına sahip bir kişi olarak zaman zaman kendinize düşüncelerinizin ve hareketlerinizin temellerinin ne olduklarına dair sorular sormuşsunuzdur. Filozofların “realite teorisi” adını verdiklere kavrama ya bakmış ya da bununla ilgilenmişsinizdir. Bu yüzden Tanrı’ya neden inandığım ile ilgili nedenlerimi bu Pazar öğleden sonrasında sizinle tartıştığımda, bu tartışma için sunacaklarımla ilgilendiğinizi düşünüyorum.
Sohbetimizi daha da ilginç kılabilmek için geçmiş yaşamlarımızdaki bazı notları birbirleriyle karşılaştıralım. Günümüzde kalıtım ve çevre arasındaki tartışma oldukça hararetli olduğu için geçmişimize de bakmak bugünkü planımıza oldukça uygun olacaktır. Belki de Tanrı’ya inanmak için elimde olan tek nedenin çocukluk yıllarımda bana bu şekilde eğitim verilmesi olduğunu düşünüyorsunuzdur. Tabii ki ben bu görüşe katılmıyorum. Çocukken Tanrı’ya inanmam gerektiğinin bana öğretildiği gerçeğini inkar etmiyorum fakat altını çizmek istediğim nokta, büyümeye başladığım zamandan beri Tanrı’nın varlığına karşı olarak oldukça iyi argümanlar duyduğumdur. Asıl bu argümanları duyduktan sonra Tanrı’ya daha da çok inanmaya hazır hale geldim. Aslına bakılırsa bütün tarihin ve uygarlığın, Tanrı’ya olan inancım olmadan bana tamamen anlamsız ve mantıksız geldiğini söylebilirim. Bu gerçekten de yola çıkarak, herşeyin arkasında eğer bir Tanrı yoksa dünyadaki hiçbirşeyde hiçbir anlam bulamayacağınızı iddia ediyorum. Önceden O’nun varlığını varsaymadan O’nun varlığı hakkında bile tartışamam. Aynı şekilde O’na olan inanca karşı olabilmeniz için de önceden O’nun varlığını kabul etmeniz gerekmektedir. Düşünceme göre Tanrı’nın varlığı hakkında tartışmak hava hakkında tartışmaya benzemektedir. Siz bana havanın var olduğunu söyleyebilirsiniz. Ben de sizin argümanınıza karşılık var olmadığını söyleyebilirim. Fakat biz bu konuyu tartışırken devamlı havayı soluyoruzdur. Bununla birlikte, hikayemi kısaca dinledikten sonra eğer hala bu konunun kalıtım ve çevreyle ilgili olduğunu düşünürseniz buna şiddetle karşı çıkmam. Anlatmak istediğim şey, çocuk olarak inancım ve yetişkin birisi olarak inancım arasında mükemmel bir uyum olduğunu göstermektir. Bunu en basit nedeni ise Tanrı’nın kendisinin çocukluk yıllarımın O’na yönlendirildiği, bir yetişkin olduğum zaman ise hayatın bana anlamlı kılındığı çevrenin ta kendisi olmasıdır.
“Kazara Doğum”
Sık sık bizlere hayatımızın büyük bir kısmının “bu dünyaya şans eseri gelişimiz”e dayandığı söylenmektedir. Antik çağlarda bazı insanların tanrıların alınlarından olgun bir şekilde doğdukları söylenmekteydi. Bugün ise böyle birşeyin gerçekliği bile düşünülmemektedir. Sizler Washington D.C’de, Beyaz Saray’ın gölgesinin altında doğdunuz. Ben ise sazdan bir çatısı olan, inek ahırının eşiğindeki bir evde, Hollanda’da doğdum. Sizler “gümüş terlikler” giydiniz ben ise tahtadan ayakkabılar.
Bugün anlatmak istediklerimiz için bütün bunların bir önemi var mıdır? Pek değil. Fakat hiçbirimizin Guadalcanal veya Timbuktu’da doğmamış olması önemlidir. Her birimiz “Hristiyan uygarlığı”nın ortasında veya bu uygarlığın etkisi altında doğduk. Bu yüzden tartışmamızı “Hristiyanlığın Tanrısı” ile sınırlandıracağız. Sizler inanmasanız veya inandığınızdan emin olmasanız da ben özellikle bu Tanrı’ya inanıyorum. Tartışmamızı anlamlı kılacak olan nokta da budur. var olup olamayacağını araştırdığımız Tanrı’nın nasıl bir Tanrı olduğunu bilmeden, Tanrı’nın varlığı hakkında konuşmanın hiçbir anlamı yoktur.
Bu noktaya kadar çok şey kazandık. En azından konuşmamızın başlığının ne türden bir Tanrı üzerine olacağını biliyoruz. Eğer şimdi, Tanrı’nın varlığını kanıtlayabilecek veya çürütebilecek standartlar veya testler konusunda herhangi benzer bir ön anlaşmaya varabilrsek bu noktadan konuşmamızı daha da ileriye taşıyabiliriz. Tabii ki benden görebilesiniz diye Tanrı’yı bu odaya getirmemi beklemeyin. Eğer bunu yapabilecek olsaydım bile bu tanrı Hristiyanlığın Tanrısı olamazdı. Sizin için yapmamı istediğiniz tek şey ise, Tanrı’ya inanmanın size mantıklı kılınmasını sağlamamdır. Buna verebileceğim en çabuk cevap ise tam da bunu yapıyor oluşumdur. Fakat bir dakikalığına duraksama ihtiyacı duyuyorum. Eğer gerçekten Tanrı’ya inanmıyorsan, o zaman senin O’nun yarattığı bir yaratık olduğuna da inanmıyorsun demektir. Diğer yandan Tanrı’ya inanan ben aynı zamanda doğal olarak Tanrı’nın bir yaratığının Tanrı’ya inanmasının mantıklı olduğuna inanıyorum. Bu yüzden size gösterebileceğim şey, her ne kadar size öyle gözükmese de sizin için Tanrı’ya inanmanın mantıklı olduğudur.
Heyecanlanmaya başladığınızı görüyorum. Büyük bir ameliyata girecek bir adama benziyorsunuz. Eğer Tanrı hakkındaki inancını değiştireceksen aynı zamana kendin hakkındaki inancını da değiştirmek zorunda olduğunun farkındasındır. Ve bunun için pek de hazır değilsin. İstiyorsanız şimdi gidebilirsiniz. Kesinlikle size karşı kaba olmak istemem. Mantıklı bir kişi olarak sadece sorunun “diğer tarafını” da duymak istediğinizi düşünüyorum. Herşeyden öte, söylediğim herşeyle aynı fikirde olmanızı sizden istemiyorum. Şu ana kadar genel ve formal bir şeklin dışında Tanrı hakkında neyi kastettiğimiz konusunda henüz bir anlaşmaya varmadık.
Çocukluk Dönemi
Bir çocuk olarak samanlığın bir köşesinde kurulmuş olan kumlukta oynadığım zamanları hatırlıyorum. Samanlıktan çıkıp ahırın içerisinde geçerek eve girebiliyordum. Samanlığın içerisinde yapılmış fakat kapıları ahıra da açılan bir işçi yatağı vardı. Ne kadar çok o yatakta bir geceliğine yatabilmek için izin istemiştim! Sonunda bunun için izin alabilmiştim. Freud hakkında hiçbir bilgim yoktu fakat hayaletler ve ruhlar hakkında çok şey duymuştum. O gece ineklerin çanlarını çaldıklarını duymuştum. İneklerin ahırda olduklarını ve sık sık çanlarını çaldıklarını biliyordum fakat bir süre sonra duyduğum bütün seslerin ineklerden gelip gelmediğinden emin olamadığımı farkettim. İneklerin bulunduğu koridorun arkasından birisi mi yürüyordu, yatağıma birisi mi yaklaşıyordu? Yatmadan önce dua etmeden dua etmeyi çok önceden öğrenmiştim. Bu duların bazıları şu şekildeydi: “Rab, iman etmemi sağla ki, iman edebileyim.” Paradoksun farkında olmayarak, daha önce hiçbir zaman o gece dua ettiğim gibi dua etmemiştim.
Bu sıkıntım hakkında ne annemle ne de babamla konuştuğumu hatırlamıyorum. Belki de modern çözümü onlar sağlayabilirlerdi. Psikoloji onların kütüphanesine hiç girmemişti. Yine de bana o zaman ne diyeceklerini biliyorum. Tabii ki hayalet diye birşey yoktu ve bedenim ve ruhum, halkı cehennemden kurtulup cennete gidebilsin diye çarmıhta benim için ölen ve dirilen Mesih’e ait olduğu için korkmama gerek bile yoktu. Günahı ve kendimi sevmek yerine gerçekten Tanrı’yı sevebilmem için sıklıkla ve içtenlikle dua etmeliydim böylece Kutsal Ruh bana yeni bir yürek verecekti.
Bana bunları söyleyebileceklerini nerden mi biliyorum? Bana zaman zaman bahsettikleri şeyler basitçe bunlardan ibaretti. Veya başka bir şekilde söylemem gerekirse günlük hayatımızın atmosferi bu tip konuşmalardan oluşuyordu. Ailemiz hiçbir şekilde aşırı dindar bir aile değildi. Hatırladığım kadarıyla bu konuda hiçbir zaman aşırı duygusal patlamalar olmuyordu. Zaman genellikle yazları ahırları düzeltmek ve kışları sığırları ve koyunları otlatmakla geçiyordu fakat bütün bunların çevresinde devamlı derin ve sıcak bir atmosfer vardı. Her ne kadar bereket yağmurları yağmasa da nem oranı her zaman yüksekti. Her yemekte bütün aile üyeleri masada olurdu. Her zaman bir açılış ve bir kapanış duası ve Kutsal Kitap’tan belli bazı bölümlerin okunması yapılırdı. Kutsal Kitap, Yaratılış’tan Vahiy kitabına kadar tamamen okunurdu. Bütün bunların anlamlarının tam olarak ne olduklarını anladığımı iddia edemem. Fakat Kutsal Kitap’ı bir bütün olarak düşündüğümde hiçbir kuşku duymuyordum. Kutsal Kitap benim için her bölümüyle ve her hecesiyle Tanrı Sözü haline gelmişti. Kutsal Yazı’nın anlattığı hikayeye inanmak zorunda olduğumu ve “iman”ın Tanrı’nın bir armağanı olduğunu öğrendim. Geçmişte olmuş olan, özellikle de geçmişte Filist’te olan olay benim için büyük bir andı. Kısacası Dr. Joad’ın tanımladığı şekliyle “topografik ve geçiçi bir parokyalizm”de büyütülmüştüm. Tanrı’ya – Hristiyanlığın Tanrısı’na, tüm Kutsal Kitap’ın Tanrısı’na inanmaktan başka birşey yapamazdım.
Sizler ise, eviniz kütüphaneye çok yakın olarak birçok kaynağa uaşabilecek durumdaydınız. Aileleriniz kendi dini görüşlerinde oldukça aydınlanmış kişilerdi. Filist’in Kutsal Kitap’ı yerine sizlere “Dünyanın Kutsal Kitap’ı”ndan hikayeler okudular. “Kesinlikle hayır” diye beni düzelteceksiniz, “asla böyle birşey yapmadılar” diyeceksiniz. Çocukluk zamanınızdan itibaren sizi dinsel meselelerle rahatsız etmek istemediler. Yaptıkları şey basitçe çocuklarındaki “açık fikirliliği” geliştirmeye çalışmaktı.
O zaman sizler hoşnut olduğunuz şekilde Tanrı’ya inanma konusunda kendi özgürlüğünüze bırakılırken benim Tanrı’ya inanmaya yönlendirildiğimi mi söyleyelim? Pek değil. Benim gibi siz de her çocuğun kendi içerisinde bulunduğu çevreden etkilendiğini biliyorsunuz. Benim Tanrı’ya inanmaya detaylıca yönlendirildiğim kadar siz de inanmamaya yönlendirildiniz. Bu yüzden bu konuda birbirimize isimler takmayalım. Eğer inançlılığın benim boğazımdan içeri sokulduğunu söylerseniz ben de inançsızlığın aynı şekilde sizin boğazınızdan içeri sokulduğunu söyleyerek cevap veririm. Bu nokta asıl argümanımız için şimdi bizi hazırlamıştır.
İlk Okul Yılları
Kim olduğunu hatırlayamadım bir kişi beni ilk kez okula götürdüğünde henüz 5 yaşında bile değildim. İlk günde aşı olmuştum ve çok acımıştı. O acıyı bugün hala hissedebilirim. Daha önceleri kiliseye gitmiştim. Bunu çok net olarak hatırlayabilirim çünkü kiliseye gittiğim zamanlarda cilalı deri ayakkabılarımı giyerdim. Vaftiz olduğum sırada, ailemin bütün insanlık gibi bizlerin temsilcisi Adem’den aldıkları orijinal günah fikrine dayanarak günah içinde annemin bana hamile kaldığı ve günah içinde doğduğum sözleri okunmuştu. Bu seremoni sırasında anne ve babam, ben birşeyleri anlayabilecek seviyeye geldiğim zaman ellerindeki bütün imkanları kullanarak beni eğiteceklerine söz verdiler.
Bu yeminlerine sadık kalma dileğiyle beni bir Hristiyan okuluna gönderdiler. Okulda, günahtan kurtuluşumun ve Tanrı’ya ait oluşumun, bildiğim ve yaptığım herşeyde bir farklılık yarattığını öğrendim. Bu yıllarda Tanrı’nın doğadaki gücünü ve tarihin akışındaki ilahi takdirini gördüm. Bunlar da, Mesih’te sahip olduğum kurtuluşa beni hazırlamışlardı. Kısacası okul yıllarım sayesinde, Mesih aracılığıyla çocuğu olduğum herşeye güce yeten ve en bilge olan Tanrı’nın yönlendirişi altında bütün dünya bana açılmış oldu. Artık her davranış şeklinde Tanrı’nın düşüncelerine göre hareket etmenin ne demek olduğunu öğrenmeliydim.
Doğal olarak “kampüs”te zaman zaman kavgalar çıkıyordu ve hepsine olmasa da bazılarına karışmak zorunda kalıyordum. Tahta ayakkabılar savaş için mükemmel birer silah olarak kullanılabiliyorlardı. Buna rağmen savunma amaçlı da olsa onları kullanmamız sıkı bir şekilde yasaklanmıştı. Hem ailelerimizden hem de öğretmenlerimizden günah ve kötülüğün askeri bir sömürge gibi davranışımızla ilişkileri hakkında dersler alıyorduk. Özellikle bizim sınıftan bir alayın, devlet okulunun göz bebekleriyle savaşmak için dışarı çıktığı zaman bu durum geçerliydi. Devlet okulunda okuyan öğrenciler bizden pek hoşlanmıyorlardı. Küfür dağarcıkları oldukça genişti. Kendimiz ne sanıyorduk ki? Onlara göre devlet okuluna gidemeyecek kadar iyi olan süt çocuklarıydık! Sık sık karşılaştığımızda küfür ediliyorduk fakat nazik bir şekilde cevap vermeye çalışıyorduk. Aynı zamanda da ayırt etme dürtümüz de morluklar ve yaralarla gelişiyordu. Akşamları “dünya”nın bizlerle alay etmesi konusunda sabırlı olmamız gerektiği bizlere söyleniyordu. Dünya, Kayin’in zamanından beri kiliseden nefret etmiyor muydu?
Sizin ilk okul yıllarınız ise ne kadar farklıydı! Sizler “tarafsız” bir okula gittiniz. Ailelerinizin evde yaptıklarını öğretmenleriniz sizinle birlikte okulda yapıyorlardı. Sizlere “açık fikirli” olmanın ne demek olduğunu öğrettiler. Doğayı veya tarihi çalıştığınız zamanlar Tanrı hiçbir zaman genel resmin içine dahil edilmiyordu. Bütün öğrenciliğiniz boyunca önyargı olmadan eğitildiniz.
Tabii ki şimdi herşeyi daha net biliyorsunuz. Bunun tamamen hayali bir kavram olduğunu da farketmişsinizdir. “Önyargısız olmak” sadece “belirli” bir tür önyargıya sahaip olmakla mümkün olabilir. “Tarafsızlık” fikri Tanrı’ya karşı olumsuz bir tutum takınmanızı sağlayan renksiz bir elbisedir. En azından Hristiyanlığın Tanrısı’ndan yana olmayanın O’na karşı olduğu gerçeği açık bir biçimde kabul edilmelidir. Dünyanın O’na ait olduğunu, O’nun bir yaratığı olduğunuzu ve bu şekilde de her ne yaparsanız O’nun yüceliği için yapmanız gerektiği gerçeğini kabul etmek zorundasınız. Tanrı O’nun mülkünde yaşadığınızı söylemektedir. Ve O’nun mülkü, saatte 140 kilometre hızla bile gitseniz mutlaka göreceğiniz sahiplik işaretleriyle doludur. Dünya üzerindeki her bir gerçek, üzerinde Kutsal Kitap’ın Tanrısı’nın iddia ettiği silinemez bir damgayı taşımaktadır. O zaman sizler böylesine bir Tanrı’ya karşı nasıl “tarafsız” olabilirsiniz ki? Daha derin bir anlamda, eğer Tanrı sizin yaratıcınız değilse ve bu yüzden O’nu yüceltmek zorunda değilseniz Tanrısız olarak sonsuza kadar yaşamayı hakediyorsunuzdur. Fakat Tanrı’nın dünyasını ve en azından O’nun benzerliğinde yaratılmış olan kendinizi, kendi amaçlarınız için manipule etmeye cesaret edemezsiniz. Havva, her bir taraf sanki yüzeyde içsel olarak aynı değeri taşırmış gibi Tanrı ve Şeytan arasında tarafsız kaldığında aslında çoktan Şeytan’ın tarafındaydı.
Şimdi tekrardan sizleri heyecanlanmış bir şekilde görüyorum. Lütfen oturun ve sakinleşmeye çalışın. Sizler açık fikirli ve tarafsız kişilersiniz değil mi? Ayrıca sizler herhangi bir hipotezin diğeri kadar duyulmaya hakkının olduğunu düşünmek üzere eğitim almadınız mı? Sizden tek istediğim ise Hristiyan bakış açısına göre Tanrı’nın kim olduğu konusuna bakmanızdır. Eğer Hristiyanlığın Tanrısı var oluşa sahipse O’nun varlığı için elimizde bulunan kanıtlar öylesine çok ve açıktırlar ki, O’na inanmamak hem bilim dışı hem de günahtır. Örnek olarak Dr. Joad, “Tanrı’nın varlığı için kanıtlar açık olmaktan çok uzaktadırlar dediğinde eğer bu kanıtlar gerçekten açık olsalardı herkesin O’na inanacağını söyleyerek soruyu ortaya atmaktadır. Eğer Hristiyanlığın Tanrısı varsa, O’nun varlığını destekleyen kanıtlar da açık olmak zorundadırlar. Bu yüzden neden “herkes”in Tanrı’ya inanmadığı sorusunun cevabı ise “herkesin” günahla körleştiği olmalıdır. Herkes renkli gözlükler giymektedir. Muhtemelen körler vadisi adlı hikayeyi daha önce duymuşsunuzdur. Avlanmak için dışarı çıkan genç bir adam sarp kayalıklardan aşağıya yuvarlanarak körler vadisine düşer. Buradan kaçış yoktur. Bu vadideki körler, güneşten ve gökkuşağının renklerinden bahsettiğinde adamı anlamamaktadırlar. Fakat güzel bir genç kız, sevginin dilinden bahsettiği zaman adamı çok iyi anlamaktadır. Kızın babası ise devamlı var olmayan şeylerden bahseden bu deli adamla kızının evlenmesine bir türlü razı olmaz. Fakat körlerin üniversitesindeki bir psikolog, adamı bu deliliğinden kurtarmak için göz kapaklarını dikmeyi önerir. Ancak o zaman bu adam “diğerleri” gibi normal olabilirdi. Fakat görebiken bu adam güneşi gerçekten gördüğü konusunda ısrar etmeye devam etti.
Çaylarımızı yudumlarken, sizlerden iradenizi değiştirmek için sadece yüreklerinize söz geçirmenizi değil aynı zamanda görünüşünüzü değiştirmeniz için de gözlerinizi değiştirmenizi öneriyorum. Fakat bir dakika! İstediğim hiç de bu değil. Ben kendim için bile böyle birşey yapamamam. Ölü veya kör olsanız da bu meseleyi kendiniz için düşünmenizi tavsiye ediyorum. Eğer sizde yapılacak birşey varsa bu, ancak Tanrı’nın kendisi tarafından yapılmalıdır.
Sonraki Okul Yıllarım
Bu sırada hikayemizi sonlandıralım. 10 yaşımda bu ülkeye yani Amerika’ya geldim ve bir süre sonra kilise hizmeti için çalışmaya karar verdim. Bunun için de Hristiyan bir hazırlık okulunda ve kolejinde eğitim aldım. Bütün öğretmenlerim, öğrettikleri herşeyi Hristiyan bakış açısından göstermeye kendilerini adamışlardı. Yalnızca dinin değil cebirin bile Hristiyan bakış açısına göre öğretildiğini düşünün! Bizlere diğer şeyler gibi sayılar da dahil olmak üzere bütün gerçeklerin diğer gerçeklerle olan ilişkilerinde o şekilde olmalarının nedeninin Tanrı’nın derin planlarıyla olan ilgileri olduğu söyleniyordu. Bu şekilde de eğer Tanrı resmin dışında bırakılırsa gerçeklerin tanımları sadece eksik olmakla kalmaz aynı zamanda hatalı da olurlar. Peki diğer görüşler hakkında hiç bilgilendirilmedik mi? Evrim hakkında ve Tanrı’nın varlığı konusunda verilebilecek herhangi bir argümanın geçersiz olduğunu söyleyen büyük filozof Kant hakkında hiçbir şey duymadık mı? Evet tabii ki duymuştuk. Fakat öğrendiklerimiz bu görüşlerin çürütülmelerine dairdi ve bu fikirler karşıt görüşlerin iddialarını çürütmek için oldukça yeterliydi.
Katıldığım Calvin ve 1929’daki yarı-modern yeniden yapılandırılmasından önce Princeton ilahiyat okullarında da durum hemen hemen aynıydı. Örnek olarak Dr. Robert Dick Wilson, dilini anlayabildiğimiz kadarıyla bizlere “yüksek eleştiri”nin, Eski Antlaşma’nın Tanrı’nın Sözü olmasındaki imanınımıza zarar verebilecek herhangi bir etkisinin olmadığını söylerdi. Benzer şekilde Dr. Gresham Machen ve diğerleri de Yeni Antlaşma Hristiyanlığı’nın entellektüel olarak savunulabilir olduğunu ve Kutsal Kitap’ın iddiada bulunduğu konularda haklı olduğunu söylerlerdi. Bu kişilerin iddiaları hakkındaki kararınızı onların kitaplarını okuyarak verebilirsiniz. Kısacası tarihsel Hristiyanlığı ve Tanrı doktrinini buna inanan ve anlamını yorumlama konusunda en yetenekli olan kişiler tarafından defalarca tekrarlanmış her açıdan duydum.
Bu hikayeyi anlatmamın, temel sorumuzu basitleştirmeye ve açıklamaya yardımcı olduğunu ümit ediyorum. Şimdi ne tür bir Tanrı’dan size bahsettiğimi tam anlamıyla anlamışsınızdır. Eğer benim Tanrı’m varsa bu Tanrı ailemin ve öğretmenlerimin düşüncelerinin temelindeki Tanrı’dır. O, çocukluk yıllarımda bana şekil veren herşeye şekil verendi. O ayrıca sizin de çocukluğunuzda size şekil veren herşeye şekil veren kişiydi. Tanrı, Hristiyanlığın
Tanrısı, Her Şeye Şekil Verendir.
Ortaya Atılan İtirazlar
Şu ana kadar sanırım böylesine bir Tanrı’ya karşı ortaya atılmış itirazları hiç duyup duymadığımı merak etmişsinizdir. Bu soruya evet yanıtını veriyorum. Bunları, bu sorulara cevap vermeye çalışan öğretmenlerimden duydum. Ayrıca aynı soruları, bu sorulara cevap verilemeyeceğine inanan öğretmenlerden de duydum. Princeton İlahiyat Fakültesinde öğrenciyken Chicago İncil Okulu’nda yaz okuluna katıldım. Doğal olarak orada Kutsal Yazı’nın modern liberal bir şekilde nasıl sunulduğunu duymuştum. İlahiyat okulundan mezun olduktan sonra iki yıl daha Princeton’da kalarak felsefe üzerine çalışmalar yaptım. Orada modern felsefe teorileri oldukça yetenekli kişiler tarafından açıklanmakta ve savunulmaktaydı. Kısacası nasıl inanmak için gerekli nedenlerin sunuluşuna tanıklık ettiysem aynı şekilde inançsızlık için gerekli nedenlerin sunuluşuna da tanıklık etmiş oldum. İki tarafı da öğrettiklerine inananlardan tam olarak duymuştum.
Yüzünüze bakarak bunları anlatma zorunluluğu hissettim. Yüzünüzdeki mimikler, modern bilim ve felsefenin sunduğu onca kanıt ve argümanla bu kadar içli dışlı olan bir insanın nasıl olur da dünyayı yaratan ve her şeyi kendi iradesinin isteği doğrultusunda yöneten bir Tanrı’ya inandığını anlamadığınızı göstermektedir.
Tabii ki Tanrı’ya inanmaya karşı ortaya sunulan bütün kanıtlar ve argümanlar hakkında burada tartışamam. Yeni Antlaşma’yı hayatları boyunca çalışmalarının merkezi olarak alan kişiler olduğu gibi Eski Antlaşmayı’da çalışmalarının temelinde bulunduran birçok kişi mevcuttur. Kutsal Kitap’ın eleştirisi konusunda verilen yanıtları detaylı bir şekilde incelemek için bu kişilerin eserlerine başvurmalısınız. Diğer bazı kişiler ise fizik ve biyoloji alanında uzmanlaşmışlardır. Onlar için evrimle ilgili bir tartışma konusu açılabilir. Fakat bütün bu tartışmaların altnı çizen başka birşey vardır. Ve şimdi ilgileneceğim konu da bu şeydir.
Şu anda kendimi korkunç bir şekilde açtığımı düşünüyor olabilirsiniz. Tanrı’dan Barthçılar, mistikler ve modernistler gibi hiçbir içeriği olmayan ve insandan hiçbirşey talep edemeyecek kadar deneyimden uzakta olan boş ve belirsiz bir Tanrı’dan bahsetmek yerine Tanrı fikrini antil bilimle ve tutarsız mantıkla doldurduğumu düşünüyor da olabilirsiniz. Bu durum sanki bulabileceğim en karşı çıkılabilir Tanrı fikrini sizlere sunmuşum gibi gözükebilir. Benim şişirdiğim bu balonu patlatmak sizin için çok kolay olmalı. Standart üniversitelerdeki fizik, biyoloji, antropoloji ve psikoloji kitaplarından veya 60 ton ağırlığındaki Kant’ın “Saf Mantığın Eleştirisi” adlı kitabından bulduğunuz argümanlarla beni yerle bir etmeye hazır gibisiniz. Fakat ben bu yağmurlarda çoğu kez yıkandım. Muslukları açmaya zahmet etmeden önce sizlere bahsetmek istediğim bir nokta daha var. Bu konuda, test veya standarttan bahsettiğim zaman biraz da olsun konuşmuştum.
Tanrı’ya inanmayarak, kendinizi Tanrı’nın bir yaratığı olarak görmediğinizi söylemiştim. Ve Tanrı’ya inanmayarak, evrenin Tanrı tarafından yaratılmadığını düşündüğünüzü de söylemiştim. Bu da şu anlama gelir ki, sizler kendinizi ve dünyayı sadece burada var olan bir şey olarak görmektesiniz. Peki eğer gerçekten Tanrı’nın birer yaratığıysanız o zaman şimdiki davranış O’na karşı büyük bir haksızlık içermektedir. Hatta bu davranışa, Tanrı’yı aşağılamak bile denebilir. Tanrı’yı aşağılamakla da O’nun hoşnutsuzluğunun sizin üzerinizde olmasını sağlamaktasınız. Ve O’nun var olmadığını kanıtlamaya çalışmak için iyi nedenleriniz vardır. Eğer bir Tanrı varsa, O’nu görmezden gelmenizden ötürü sizi cezalandıracaktır. Bu yüzden sizler renkli gözlükler takmaktasınız. Bu da, Tanrı’ya inanmamanız için gerçekler ve nedenler hakkında söylediğiniz herşeyi belirlemektedir. Tanrı’nın iznini almadan orada piknikler ve av partileri düzenlemektesiniz. Tanrı’nın bağından O’nun izni dışında bütün üzümleri topluyor ve sizden izin almanızı isteyen Tanrı’nın temsilcilerini ise aşağılıyorsunuz.
Bu noktada sizden özür dilemeliyim. Tanrı’ya inanan bizler genelllikle bu noktayı açık olarak anlatmıyoruz. Sıklıkla sizlerle gerçekler ve kesin nedenler hakkında konuşurken sanki sizlerle bu konular hakkında aynı görüşe sahipmişiz gibi konuşuyoruz. Tanrı’nın varlığı konusunda tartışırken sizlerin ve bizlerin üzerinde ortak bir noktaya vardığımız bir bilgi alanının var olduğunu varsayıyoruz. Fakat sizlere gerçekten yaşamın herhangi bir boyutunu görmenize izin vermiyoruz. Bu hayattan sonraki yaşam hakkında konuştuğunuz zaman gibi tavuklar ve inekler hakkında da konuştuğunuz zaman burnunuzun üzerinde renlkli gözlükler olduğunu düşünüyoruz. Bizler bu noktayı size daha önce açıkladığımızdan daha da açık bir şekilde anlatmalıydık. Fakat anlatacaklarımızın size oldukça ekstrem ve garip olarak gözükmelerinden utanıyorduk. Sizleri gücendirmemek için o kadar çok çaba harcadık ki bunun sonucunda Tanrı’yı gücendirdik. Fakat artık Tanrı’yı olduğundan daha küçük veya kesin olmayan bir şekilde size sunmaya cesaret edemeyiz. Tanrı, kendisini inkar edenin bile üzerinde durması gereken masa gibi herşeye şekil veren olarak kendisinin tanıtılmasını istiyor.
Banabütün kanıtlarınızı ve nedenlerinizi sunduktan sonra böylesine bir Tanrı’nın var olamayacağını iddia ediyorsunuz. Kendinizin dışında herhangi bir şeye dayanmaya ihtiyacınız olmadığını daha önceden kabul etmiştiniz. Kendinize ilke olarak kabul ettiğiniz başka birşey ise, kendi deneyiminlerinizin otonomisidir. Bunun sonucu olarak da kendinize yeterliliğinize meydan okuyacak herhangi bir gerçeği asıl bir gerçek olarak kabul edemeyeceksiniz ya da bunu kabul etmeye istekli olmayacaksınız. Ve sizin entellektüel gücünüze erişemediğini iddia ettiğinize çelişki demeye bağımlı hale geleceksiniz. Bu konuda sizden istediğim ise kendi temel varsayımlarınıza eleştirel bir gözle bakmanızdır. Kendi deneyimlerinizin bodrumuna gidip, sizler orada burada hayatı yüzeysele olarak keşfederken oraya neler toplandığını görmek için inmeyecek misiniz? Orada gördükleriniz sizi çok şaşırtabilir.
Anlatmaya çalıştığımı daha da anlaşılır kılabilmek için, modern filozofların ve bilimadamlarının Hristiyanlığın doktrinlerini nasıl ele aldıklarından bahsedeceğim.
Yaratılış doktrini, Tanrı’ya olan inanca ve Hristiyanlığın bütün doktrinlerine ve gerçeklerine bir temel teşkil eder. Modern filozoflar ve bilimadamları böylesine bir doktrine tutunmanın veya böylesine bir gerçeğe inanmayı iddia etmenin kendi deneyimlerimizi inkar etmek anlamına geldiğini iddia etmektedirler. Bunu söylerken de, kimse yaratılış anında orada olmadığı için kabul edilemez bir inançtır mantığında değil, mantıksal olarak imkansız olduğu için kabul edilemez bir inanç olduğunu söylemek istemektedirler. Yaratılış konusunda altını çizdikleri şey, bu doktrinin mantığın temel yasalarına aykırı olmasıdır.
Şu anda yaratılışa karşı öne sürülen argüman veya argümanlar Kant’tan alınmaktadır. Günümüze daha yakın bir tarihte yaşamış olan James Ward’un sözleriyle bu nokta anlaşılabilir: “Eğer Tanrı’yı dünyadan ayrı olarak anlamaya teşebbüs edersek, bizi yaratılışa götüren hiçbirşey olmayacaktır”. Bu da şu anlama gelir ki, eğer Tanrı’nın evrenle herhangi bir bağı olacaksa, bu evrenin koşullarına bağlı olmalıdır. Eski yaratılış doktrini ise şudur: Tanrı dünyanın var olmasını sağladı. Fakat “sağlamak (veya neden olmak)” kelimesiyle anlatmaya çalıştığımız nedir? Deneyimlerimize göre, mantıksal olarak bu kelimeye karşılık gelen kelime “etki”dir. Eğer birşey üzerinde bir etkin varsa o zaman bir nedenin olmalıdır eğer bir şeyin var olmasını veya meydana gelmesini sağlıyorsan o zaman bu şey üzerinde bir etkin vardır. Eğer Tanrı dünyanı var olmasını sağladıysa bunun nedeni Tanrı’nın dünyanın yaratılışında bir etki yaratmış olmasıdır. Ve böylece bu etkiye nedenin nedeni de denebilir. Bu yüzden mantığımız dünyanın kendisine bağımlı olduğu kadar kendisinin de dünyaya bağımlı olduğu bir Tanrı’dan başka bir Tanrı’ya izin vermemektedir.
Hristiyanlığın Tanrısı otonom insanın bu isteklerini karşılayamaz. O, her şeye yeterli olduğunu iddia eder. Dünyayı gereklilikten ötürü değil özgür iradesinden dolayı yarattığını iddia eder. Dünyayı yarattığında kendisinde bir değişiklik olduğunu ise asla iddia etmez. Bu yüzden “mantıklı” insana göre Tanrı’nın varlığı imkansız ve yaratılış doktrini ise saçmalıktır.
İlahi takdir doktrini de mantık veya deneyimle farklılık göstermektedir. Bu da çok doğaldır. Yaratılışı reddeden birisi mantıksal olarak ilahi takdiri de reddetmelidir. Bu mantığa göre, eğer herşey Tanrı’nın ilahi takdiri tarafından kontrol ediliyorsa yeni hiçbir şey var olamaz ve tarihin kendisi kuklaların dansından başka birşey değildir.
Şimdi ise sizlere Tanrı’nın varlığını kanıtlayan çok sayıda kanıtı sunabileceğimi görüyorsunuz. Her etkinin bir nedeni olduğunu söyleyebilirim. Tanrı’nın doğadaki amacı olarak gözün mükemmel yapısına işaret edebilirim. Geçmişten bu yana insanlık tarihinin Tanrı tarafından yönlendirildiğini ve kontrol edildiğini hatırlatabilirim. Fakat bütün bu kanıtlar sizi hala etkilenmemiş bir durumda bırakacaktır. Bana, herhangi bir gerçekliği açıklarken buna Tanrı’yı dahil etmeden açıklayabileceğiniz cevabını verebilirsiniz. Devamlı olarak neden ve amacın biz insanların etrafımızdaki şeyler konusunda kullandığımız kelimeler olduklarını ve bizler gibi hareket ettiklerini söyleyebilirsiniz.
Hristiyanlığın kanıtları size sunulduğunda ise izlenecek prosedür aynıdır. Eğer size Kutsal Yazı’daki peygamberliklerin yerine geldiklerini söylersem bana, bunun benim için o şekilde başkası için başka bir şekilde görünmesinin oldukça normal olduğunu fakat gerçekte herhangi bir insanın geleceği önceden bilebilmesinin imkansız olduğu yanıtını vereceksiniz. Eğer olsaydı herşey belirli olur ve tarih, yenilikten ve özgürlükten yoksun olurdu diyeceksiniz.
O zaman size mucizelerden bahsettiğimde hikayemiz tekrardan aynı olacaktır. Bu noktayı örneklendirmek için muhteşem bir modernist teolog olan Dr. William Adams Brown’dan alıntı yapacağım: “Bakireden doğum, Lazar’ın ölümden diriltilmesi, İsa Mesih’in ölümden dirilmesi gibi geçmişteki herhangi bir mucizeyi ele alın. Bu iddiaların kendileri gerçekten meydana geldiklerini iddia ettikleri gibi sizin de bunları gerçekten kanıtlayabildiğinizi hayal edin. Neyi başarmış oldunuz? Önceki muhtemel sınırlarımızın genişletilmeleri gerektiğini, daha önceki genellemelerimizin oldukça dar olduklarını ve revize edilmeleri gerektiğini göstermiş olacaksınız. Fakat göstermediğiniz ve kesinlikle gösteremeyeceğiniz bir şey olacaktır. Bu da, mucizenin meydana gelmiş olduğu gerçeğidir. Çünkü bu, bütün olası testler belirlenmeden bu problemlerin kendi içerlerinde çözülemez olduklarını ikrar etmiş olacaksınız.” Burada Brown’ın mucize fikrine karşılık mantıksal olasılık silahını nasıl kullandığını görüyorsunuz. Geçmişte Kutsal Yazı’yı eleştirenler, mucizelere karşı çıkabilmek için ya bu noktayı ya da başka bir noktayı kullandılar. Fakat diğer yandan Brown, meseleyi havadan bir sürü füze atarak sonlandırmaktadır. Derhal yok edemediği ilaç kutularını daha sonra temizleyecektir. Ama önce bütün düşman alanını derhal ele geçirmesi gerekmektedir. Bunu da tutarlılık yasasına başvurarak yapmaktadır. Brown aslında, kendi mantık yasama uygun olarak mantıklı olanı gösterebileceğim şekilde bu mümkün olacaktır demektedir. Eğer mucizeler bilimsel bir temele sahip olmak istiyorlarsa, yani hakiki gerçekler olarak tanınmak istiyorlarsa bilimsele uğraşların ülkesine girmeden önce giriş kapısında vize almak zorundadır. Ve mucizeleri eşsizliklerinden mahrum bırakacak olan genelleme sürecine tabi olur olmaz bu izin derhal verilecektir. Eğer mucizeler bilim cumhuriyetinde oy hakkında sahip olmak istiyorlarsa ve burada herhangi bir etkiye sahip olacaklarsa naturalizasyon kağıtlarını çıkarıp göstermelidirler.
Şu ana kadar bahsettiğim dört noktayı ele alın – yaratılış, ilahi takdir, peygamberlik, mucizeler. Bunların hepsi birlikte Hristiyan teizminin tamamını temsil etmektedirler. Hep birlikte Tanrı fikrinin neyi içerdiğine, Tanrı’nın bizlerin etrafında ve bizler için neler yaptığına işaret ederler. Bunlar için verilen kanıtlar birçok kez ve birçok şekilde sunulmuştur. Fakat her zaman halihazırda bulunan bir cevabınız vardır. Bu mümkün değil! Bu mümkün değil! Gönderilmek üzere birçok yabancı dilde yazılmış çok sayıda mektubu eline alan bir postacıya benziyorsunuz. Postacı, bu mektuplar Kral’ın İngilizcesi’nde yazılır yazılmaz yerlerine ulaştıracağını söylemektedir. Ama o zamana kadar bekleyen mektuplar kısmında durmak zorundadırlar. Tanrı’nın varlığı için ortaya sunulan kanıtlara karşı olarak ortalama bir filozofun veya bilimadamının karşı çıkışı, böylesine bir kanıtı kabul etmenin mantıktan ayrılmak olduğu şeklinde olmuştur.
Esnediğinizi görüyorum. En iyisi yemek yemeyi bırakalım. Çünkü bu konuyla bağlantılı olarak varmak zorunda olduğum bir nokta daha var. Şüphesiz hayatınızın belli bir döneminde mutlaka bir dişçiye gitmişsinizdir. Dişçi dişi önce biraz kazır daha sonra daha da derinden kazır ve en sonunda ise sorunun kaynaklandığı sinirlere kadar gelir.
Konunun sinirlerine kadar inmeden önce tekrar sizlerden özür dilemem gerekiyor. Birçok insanın gözlerinin önüneTanrı’nın varlığı için verilen kanıtların tamamen serilmesine rağmen O’na inanmamaları bizi büyük bir şekilde üzmektedir. Bu yüzden büyük ölçüde ümitsizliğe kapılmaktayız. İyi dileklerinizi kazanma kaygısıyla tekrar Tanrı’mızdan taviz vermiş oluyoruz. İnsanların görmediği gerçeğini belirterek, görmeleri gerekenin zor görüldüğüne kanaat getirdik. İnsanları kazanmak için olan kaygımızla Tanrı’nın varlığı için elimizde olan kanıtların “muhtemelen” zorlayıcı olmalarına izin verdik. Ve bu ölümcül ikrardan, aslında bunun hiç de zorlayıcı olmadığını kabul ettiğimiz bir noktaya doğru ilerledik. Ve bu yüzden argüman yerine tanıklığa dayandık. Herşeyden öte diyoruz ki, Tanrı bir argümanda değil yüreklerimizde bulunabilir. Bu yüzden basitçe insanlara bir zamanlar ölü olduğumuza fakat şimdi yaşadığımıza, bir zamanlar kör olduğumuza fakat şimdi gördüğümüze ve entellektüel argümanlardan vazgeçtiğimize tanıklık ediyoruz.
Tanrı’mızın kendisini izleyenlerin bu türden bir yaklaşımı benimsemelerini onayladığını mı zannediyorsunuz? Hiç sanmıyorum! Bütün gerçekleri yaratan ve üzerlerine kendi damgasını vuran Tanrı, görmeyi reddedenler için bazı mazeretlerin olabileceğini kabul etmemektedir. Bunun dışında böylesine bir prosedür kendi kendisini mağlup eder. Eğer sizin memleketiniz olan Washington’dan birisi çıkıp da Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti diye bir şeyin olmadığını iddia etseydi onu Potomac’ten biraz daha uzağa götürüp aslında böyle birşeyin var olduğunu gösterir miydiniz? Bu yüzden objektif kanıt tarafından önceden varsayılmayan objektif gerçek dışında yeniden doğmayla ilgili deneyiminiz ve tanıklığınız anlamsız olacaktır. Tanıklık olmayan bir argüman nasıl bir argüman bile olamazsa argüman olmayan bir tanıklık da tanıklık değildir.
Şimdi ise oldukça güzel bir geçide geldik. En sonunda birbirimize gerçeğin ne olduğunu söyleme konusunda anlaştık. Eğer sizleri gücendirdiysem bunun nedeni sizleri kazanmak uğruna Tanrı’yı gücendirmeye cesaret edemeyişimdir. Eğer sizleri gücendirmediysem de sizlere Tanrı’dan bahsetmemişim demektir. Çünkü Tanrı’ya olan inançla ilgili kanıtları ele alışınızda yaptıklarınız aslında kendinizi Tanrı’ya karşı gelen bir duruma koymanızdan başka bir şey değildir. Zekanızın ulaşabildiği en üst yeri, neyin olası neyin olası olmadığının belirlendiği standart olarak belirlediniz. Bu yüzden soyut da olsa aslında Tanrı’ya işaret eden herhangi bir kanıtla karşılaşmak istememeye kararlı olduğunuzu göstermiş oldunuz. Gerçeklerin gerçekten gerçek olabilmeleri için bilimsel ve felsefik bir duruşla üzerlerinde Tanrı’nın değil, yaratıcıları olarak aslında sizin damganızı taşıyor olmalılar.
Aslında söylemek istediğiniz, “Oltamın yakalayamadığı, balık değildir.”
Bu durumla ve gerçeklerle karşı karşıya getirilir getirilmez davranışınızı derhal değiştireceğinizi de düşünmüyorum. Nasıl Etiyopyalı derisini, leopar ise beneklerini değiştiremezse siz de kendi davranışlarınızı ve tutumlarınızı değiştiremezsiniz. Renkli gözlüklerinizi yüzünüze öyle bir güvenle yapıştırdınız ki uyurken bile onları çıkartamıyorsunuz. Freud insanın yüreğini kontrol eden günahın günahkarlığı hakkında en ufak bir fikre bile sahip değildi. Yalnızca çarmıhta sağladığı kan kefaretiyle ve Ruhu’nun armağanıyla Yüce Hekim o gözlükleri gözünüzden çıkarabilir ve Tanrı’nın varlığı konusundaki gerçekleri oldukları gibi, kanıtlar olarak, tamamen içsel ve zorlayıcı kanıtlar olarak görmenizi sağlayabilir.
Şu ana kadar nasıl bir Tanrı’ya inandığım oldukça açık olarak gözükmüş olmalıdır. O, herşeye şekil veren Tanrı’dır. O, herşeyi yaratan, ilahi takdiriyle gençliğime şekil veren, O’na iman etmemi sağlayan ve şimdiki yıllarımda lütfuyla hala O’na inanma isteğini bana veren Tanrı’dır. O, ayrıca senin gençliğini de şekillendiren ve şu ana kadar gözüktüğü şekliyle O’na inanabilmen için sana lütfunu vermemiş olan Tanrı’dır.
Buna şu şekilde karşılık verebilirsin: “Peki o zaman benimle tartışmanın ve akıl yürütmenin yararı nedir?” Oldukça yararlıdır. Görüyorsun ki, eğer sen Tanrı’nın bir yaratığıysan her zaman O’na ulaşabilirsin. Lazar mezardayken kendisini yaşama geri çağıran Mesih’e her zaman ulaşabilirdi. Gerçek vaizlerin dayandıkları temel budur. Kayıp oğul benzetmesindeki oğul, babasının yönetiminden kolayca kaçtığını zannediyordu. Fakat gerçekte baba, oğlunun gittiği “uzaktaki ülke”yi de kontrol ediyordu. Aynı şey bizim aramızdaki mantık yürütme için de geçerlidir. Tanrı hakkında doğru bir şekilde mantık yürütmek, herhangi bir insan argümanına anlam verebilecek tek temel olan Tanrı’yı tek temel olarak almaktır. Ve böylesine bir mantık yürütmenin Tanrı tarafından kullanılıp kendi kendisini kovalayan insan otonomisi fikrini kıracağına güvenmeye hakkımız vardır.
Şimdi görüyorum ki eve gitmek istiyorsunuz. Sizi suçlamıyorum. Son otobüs 12’de kalkıyor. Sizinle başka bir zaman tekrardan konuşmak isterim. Sizleri bir sonraki Pazar akşam yemeğine davet ediyorum. Fakat balonunuzu patlattığım için belki de gelmeyeceksiniz. Belki de geleceksiniz. Bu, Baba’nın isteğine bağlıdır. Yüreğinizin derinliklerinde sizlerle ilgili söylediklerimin doğru olduğunu biliyorsunuz. Hayatınızda hiçbir bütünlüğün olmadığını biliyorsunuz. İhtiyacınız olan bütünlüğü yaşamınızda kendi iradesiyle sağlayacak bir Tanrı istemiyorsunuz. Size göre böylesine bir Tanrı yeni hiçbir şeye izin vermeyecektir. Bu yüzden kendi içinizdeki bütünlüğü kendiniz sağlıyorsunuz. Bu şekilde kendi mantığınızla olası olanlar ve olmayanlar hakkında konuşuyorsunuz fakat bunların hepsi nedense havada kalıyor. Sizin standartlarınıza göre bunun gerçeklikle hiçbir alakası yoktur. Mantığınız sonsuz ve değişmeyen şeylerle uğraştığını iddia ediyor ama gerçekleriniz ve kanıtlarınız tamamen değişen şeylere dayanıyor. Böylece de kendi deneyiminizle tamamen bir saçmalık ortaya çıkarıyorsunuz. Kaybolan oğulla birlikte domuz çiftliğinde yaşıyorsunz ama onun gibi babanızın evine dönmeyi reddediyorsunuz.
Diğer yandan Tanrı’ya olan inancımla deneyimlerimde tamamen bir bütünlüğe sahibim. Tabii ki bu bütünlük sizin arzu ettiğiniz türden bir bütünlük değildir. Bu bütünlük olası olanın ne olduğunu belirleyen otonomimin sonucu olan bir bütünlük değil, benden üstün ve benden önce gelen bir bütünlüktür. Tanrı’nın iradesi temelinde kalarak kanıtların ne olduklarını önceden onları yok etmeden arayabilirim. Tanrı’nın iradesinde kalarak iyi bir fizikçi, iyi bir biyolog, iyi bir psikolog ve iyi bir filozof olabilirim. Bütün bu alanlarda, Tanrı’nın evrenindeki düzende bir yaratığa verilmiş olan düzenin kendisini görebilmek için mantıksal gücümü kullanabilirim. Yarattığım bütünlükler ve sistemler doğrudurlar çünkü bunlar Tanrı’nın iradesinde bulunan temel veya orijinal bütünlüğe işaret eden gerçek göstergelerdir.
Kendime bakarak, hayatın her boyutunda düzeni ve düzensizliği görüyorum. Fakat bunların ikisine de, bunların arkasında yatan neden olan Yüce Düzenleyici’nin ışığında bakıyorum. Her ikisini de optimist veya pesimist olabilmek için reddetmek zorunda değilim. Önemli biyologların dağ tepe dolaşarak ve çok çalışarak yaratılış doktrinin insan vücuduyla olan ilişkisinde doğru olmadığını kanıtlamaya çalıştıklarını fakat en sonunda kayıp halkanın hala daha kayıp halka olarak kaldığını itiraf etmek zorunda kaldıklarını görüyorum. Önemli psikologların insanların alt-benliklerine, çocuksu ve hayvansı bilinçlerine dalarak yaratılış ve ilahi takdir doktrinlerinin insan ruhuyla olan ilişkilerinde doğru olmadıklarını kanıtlamaya çalıştıklarını fakat en sonunda insan ve hayvan zekaları arasındaki farkın her zaman olduğu gibi ne kadar büyük olduğunu kabul etmek zorunda kaldıklarını görüyorum. Önemli mantık ve bilimsel metodoloji uzmanlarının doğaüstü şeylerin derinlerine inerek somut birşey bulmaya çalıştıkların fakat en sonunda mantıktan gerçekliğe veya gerçeklikten mantığa doğru herhangi bir köprünün kurulamayacağını itiraf ettiklerini görüyorum. Yine de bütün bunların doğru olduklarını iddia ettiklerini görüyorum. Benim yapmam gereken tek şey ise bütün bu insanların bulgularını tepe taklak ederek, insanı değil Tanrı’yı herşeyin merkezine koyarak, gerçeklerin mükemmel açıklanışını Tanrı’nın benim görmemi istediği şekliyle görmektir.
Benim bütünlüğüm, ormanda babasının elinden tutarak yürüyen bir çocuğun kine benzemektedir. Çocuğun korkmasına hiç gerek yoktur çünkü babası herşeyi bilmektedir ve her durumla nasıl başa çıkılabileceğini de bilir. Bu yüzden hazır bir şekilde Tanrı’ya olan inanç, Tanrı’nın doğadaki vahyi ve çözemediğim bazı Kutsal Yazılar konusunda “zorluklar”ın var olduğunu söyleyebilirim. Aslında karşılaştığım her gerçekte mutlaka bir gizem vardır ve bunun nedeni de her gerçeğin en son açıklamasının düşünceleri benim düşüncelerimden yüksek, yolları benim yollarım olmayan Tanrı’da var olmasıdır. Ve benim ihtiyacım olan Tanrı da tam bu şekilde bir Tanrı’dır. Böylesine bir Tanrı olmadan, Kutsal Kitap’ın Tanrısı olmadan, otorite Tanrısı olmadan, kendi kendisine var olan ve bu yüzden insanların kavrayamayacağı bir Tanrı olmadan hiçbirşeyde hiçbir anlam olamaz. Hiçbir insan sadece görerek hiçbir şeyi açıklayamaz ama Tanrı’ya inanan kişinin, herşeyin mutlaka bir açıklamasının olduğuna inanması için bir nedeni vardır.
Böylece görüyorsunuz ki, gençken her şekilde büyüdüm. Tanrı’ya inanmadan edemedim. Şimdi daha da yaşlıyım ve hala Tanrı’ya inanmadan edemiyorum. Tanrı’ya inanıyorum çünkü herşeyi şekillendiren olarak O’na sahip olmazsam yaşam benim için Kaos’tan başka birşey değildir.
Konuşmamızın sonunda sizleri iman ettirmeye çalışmayacağım. Bence ortaya sunulan argümanlar oldukça yeterliler. Tanrı’ya olan inancın sadece herhangi bir inanç kadar mantıklı olduğunu veya herhangi bir inançtan daha sonsuz veya muhtemel olarak doğru olduğunu değil Tanrı’ya inanmadığın sürece mantıksal olarak hiçbirşeye inanamayacağını savunuyorum. Şimdi sizi O’nunla ve O’nun lütfuyla bırakıyorum.